28 Aralık 2011 Çarşamba

Bir İstanbul Masalı

Ege'nin bu seneki ödevlerinden biri İSTANBUL. Bir dosya oluşturulacak ve İstanbul'da şimdiye kadar gittikleri, gezdikleri yerlerin biletleri ve resimleri olacak. Sınıf annemiz arkadaşım Didem, eşim Güneş'e (kendisi arkeolog olup profesyonel turist rehberidir) sınıfla beraber bir İstanbul turu teklif etti. Güneş bu teklife sıcak bakarken bu iş çocuklarla nasıl olacak diye de düşünmeye başladı.
 İstanbul gündeme gelince 2010 Agustos'unda Güneş, Ege ve benim yaptığımız tur geldi aklıma. Sultanahmet'te başlayan turumuz yine Sultanahmet'te son bulmuştu, bu arada biz Sultanahmet Cami, Yerebatan Sarnıçı, Topkapı Saray'ını dolaşmıştık. Ege'nin bütün bu yerlerden en çok etkilendiği yer Topkapı Sarayı Kutsal Emanetler Bölümü olduştu. İçeriye girince hafızların hatim okumaları, büyük kılıçlar, dualar çok dikkatini çekmişti.Saraydan artık çıkarken bitkin düşmüştük, bir yandan da oğlumun sonsuza kadar sürecek sorularına cevap veriyorduk.
Ege: Anne pengamber (peygamber değil ama) , pengamber olmak için ne yapmıştır?
Dilek: Ihhhh...Zannediyorum peygamber olarak doğulur.
Ege:Peki ben pengamber olabilirmiyim?
Dilek: Bizim inancımıza göre peygamberlik bitti oğlum.
Ege: Nereden biliyorsun anne belki ben büyüyünce pengamber olacağım.
Çocuğun kariyer planlamasını bozmak istemiyorum ama ortada bir gerçek var. Ben peygamber olmak istiyorum bunun için başvuru yapayım diyemezsinki.
Bu sohbet yaklaşık bir saat sürdü kadınların neden peygamber olmadığından tutunda, kılıçların ağırlığına kadar , tabi ki  söyleyecek çok sözüm yoktu ama elimden geldiğince bizim sorgucuyu yanıtlamaya çalıştım.
Didem'in Sultanahmet  teklifinden sonra bu yaşadığımız aklıma geldi ve şimdi 17 çocukla 'yaşadıklarımız yaşayacaklarımızın teminatıdır' diyerek,  neler yaşayacağımızı kestirmeye çalışıyorum.

27 Aralık 2011 Salı

Cüzdanım Nerede??????????

Çocukların düz mantık yürüterek yapmış oldukları çıkarımlar beni çok güldürüyor. Ege'nin sınıftan arkadaşının annesi anlatmıştı hala aklıma geldikçe gülüyorum.
Okullar tatil olunca baba, oğluna bir bilgisayar alır ve kullanmayı öğretir. Google sayfasını açar ve buraya ne sorarsan sana cevap verir der. Aradan bir kaç ay geçer bizim oğlan cüzdanını kaybeder, anneside ısrarla cüzdanı bulmasını cüzdan bulunmadan sokağa çıkamayacağını söyler. Bizim oğlan bilgisayarın başına oturup google sorar: Cüzdanım nerede? Buu fark eden anne sorar ne oldu diye, bizim oğlan anne google sordum ama gösterdiği hiç bir cüzdan bana ait değildi))))))

16 Aralık 2011 Cuma

BARDAKLARIN MİLLİYETİ

Hem arkadaşımın oğlu hem de öğrencim olan Mavi, ikibuçuk yaşında dünya tatlısı bir oğlan. Dil gelişimi iyi giden bizim Mavi'nin İngilizceside iyi gidiyor. Artık basamakları Türkçe sayarak inerken İngilizce sayarakta çıkıyor.Geçen gün bir restorantta giden Mavi yemekten sonra sıkılmış ve dolaşmaya başlamış. Yandaki masanın üzerindeki bardakları saymaya başlayan Mavi'ye
Anne: Şi mdi İngilizce say istersen demiş.
İlk önce İngilizce saymaya başlayan Mavi sonra birden durmuş ve annesine dönerek
Mavi: Bu bardaklar Türk saymayacağım deyip Türkçe saymaya devam etmiş. ))))))))))

14 Aralık 2011 Çarşamba

HER ÇOCUĞA SATRANÇ TAHTASI

Ege'nin okulda satranç takımına seçilme ihtimali beni çok heyecandırdı. Benim için çocuğumun satranç oynaması çok önemli ve bu beyin sporunun faydaları uzun vadeli de olsa çok iyi biliyorum. Dört yaşından itibaren oynanmaya başlanılabilen bu sporun yeterince önemsenmediğini ve desteklenmediğini düşünüyorum.
Bu konuyu paylaşmak isterken internette araştırma yaptım , çok güzel ve açıklayıcı makalelere rastladım.
Satranç hocaları kadar yararları üzerine  yazamayacağımı anlayınca, her anne-babanın çocuğunu bu konuda yönlendirmesini, desteklemesini, internetten araştırmasını, oynamasını, kitap almasını, ders almasını en önemlisi satranç tahtası almasını diliyorum...
Aşağıdaki yazı alıntıdır
Hayatın bir izdüşümü, bir simülasyonu olarak düşünülen satranç sporunun çocuk eğitiminde olumlu ve kalıcı etkileri olduğu yaygın kabul görmüştür.Çocuklarımızın bir konu üzerinde konsantre olamamaları en fazla şikayet ettiğimiz sorunlardan biridir.Sanılanın aksine, çocukların dikkatleri bir konu üzerinde toplanmasıyla konsantrasyon artmaz. Konsantrasyonu sağlayan en önemli unsur motivasyondur. Çocuk gerçekten sevdiği, istediği şeylere karşı konsantre olur. Satranç oyun havası içinde çocuğu zorlamadan, kendi arzusuyla düşüncesini bir konu üzerinde yoğunlaşmasını sağlar. Konsantrasyon öğrenilebilir bir özelliğe sahiptir. Satranç sayesinde konsantrasyonu öğrenen çocuk, burada kazandığı özellikleri başka alanlara taşır.

12 Aralık 2011 Pazartesi

Havada AŞK kokusu var...

Okulumuzun 6 yaş grubunda bulunan esmer yakışıklı (Mavi) oğlumuza , okulumuzun üç güzel kızı (Pembesi) aşık olmuş durumda. Artık kızlarımızın doğum günlerinde arabalı pastalar yaptırılıyor, niye? (Mavi, arabaları seviyor diye) , prenses kıyafetleri giriliyor, niye? (Mavi'ye daha güzel görünmek için) , arkadaşlık ilişkilerinden oyun seçimine kadar her şey Mavinin dikkatini çekmek için. Pembe kızlarımızdan bir tanesi annesine söyle demiş : Anne, ben Pembe 2 ile iyi anlaşırsam, Mavi'nin dikkatini çekmiş olurum. Tabi ki anne dehşete düşmüş durumda kızının stratejik plan yapmasına şaşırmış ama ben çok eğlendim demek ki dedim hepimizde bir Hürrem'lik var...

8 Aralık 2011 Perşembe

içgüdü......

Pazar günü evden çıktık araba ile yolumuza devam ediyoruz. Önümüzde bir motorsiklet üzerinde  3 genç çocuk, kasksız, eller havada yollarına devam ediyorlar. Gençlerin ne kadar sorumsuz olabileceklerinden dem vuruyorum hem içimdende çok kızıyorum.
Ege'ye aldığım Beden ve Akıl adlı kitabı beraber okuyup yorumluyoruz.Düşüncelerinde tamamen özgür olduğunu, onu odasına bile hapsetsek aklını hapsedemeyeceğimizi, akılın çok önemli olduğunu, hayvanların düşünceleri olmadığını onların içgüdüleri ile hareket ettiğini...
Dilek:  Hayvanlardan bizi ayıran en önemli özelliğimiz akıl, hayvanlar düşünemez insanlar düşünebilir.
Ege  : Anne, motorsiklete kasksız binenler  galiba içgüdüleri ile davranıyorlar.
Dilek: Iııhhh!!!!!
İşte dedim içimden felsefenin yararları, düşünmenin farkı, 8 yaşındaki veletin teşhibi...

28 Kasım 2011 Pazartesi

Çıtır çıtır televizyon, fıstık, televizyon

Bayan Mirabel her akaşam olduğu gibi mutfak dolabını açıyor. Harika! Dolap tıka basa dolu. Önce bisküvileri yiyor. Sonra çikolataları. Sonra şekerleri.Sonra fıstıkları. Sonra cipsleri. Sonra bir kavanoz mayonezi. Sonra sosisleri.
Bay Grego her akşamki gibi televizyonu açıyor.Harika! 200 kanal da çalışıyor. Kanapeye uzanmış, ağzı açık, elinde kumanda, gözlerini ekrana dikip, kanalar arasında gezinmeye başlıyor. Akşam güzel geçeceğe benziyor.
Bayan Mirabel' e ''Dur! Dur! diye bağırmak geliyor içimizden. Elbette onun için, sağlığı için çok endişeleniyoruz. Peki, ya Bay Grego için kaygılanan var mı? Bay Grego'da, gözünün önünden ne geçerse yutuyor.
Bedenimize iyi bakmayı öğreniriz; beslenme kurallarını bilir, şekerli, yağlı yiyeceklere dikka ederiz...
Peki, ya aklımıza iyi bakmanın yollarını öğreniyor muyuz? Bay Grego'nun nasıl bir tehlike altında olduğu konusunda bir fikrimiz var mı? Hayal gücünün azalması! Merakın eksilmesi! Karar almada zorluk! Hayallerin yok olması! Düşüncelerin durması! Başkaları tarafından kullanılma tehlikesi!İsteklerin kaybolması!
Ege'nin sebze çorbalarına başlaması ile yediği ve içtiğin her şeyin (ilaçlar dahil), tadına bakan ben tabi ki okuyacağı kitapları önceden okumaya özen gösteriyorum. Daha önce almış olduğum Çıtır Çıtır Felsefe kitaplar serisinin BEDEN VE AKIL kitabını alınca bir solukta okudum. Sadece yukarıda paragrafı paylaştım ama kitabı baştan sona yazabilirdim bile.
Kırmızı Başlıklı Kız (anne sözünden çıkma, gece hele sokağa hiç çıkma seni kurtlar kapar), Pamuk Prenses (senin güzel olmak dışında meziyete ihtiyacın yok prensini bekle), Hansel Gratel (üvey anneler kötüdür diyen korku filmini anımsatan) gibi kitaplarla büyümüş bir neslin annesi olarak çıtır çıtır felsefenin kitaplarının çocukları ve bizi düşünmeye davet etmesini çok keyifli buluyorum.
Ailece keyifli düşünmeler.

7 Ekim 2011 Cuma

Oğlum...............

Daha dün deği lmiydi? ne çabuk büyüyorsun sen çocuk, beni de babanıda büyüterek büyüyorsun...
Artık Ege'm 8 yaşını bitirip 9 yaşına girdi, tabi ki benim oğluşuma şaşalı bir doğum günü partisi yapmam gerekiyor. Ne olsa tek çocuk (yengem derdi dışkısında boncuk mu var? diye), günlerce düşündüm ne yapabilirim diye. Elimdekiler: sınıfında 14 erkek çocuk, 3 kız çocuk, arkadaş ve akrabalardanda geneli erkek olmak üzerine elimizde 22 tane erkek çocuk buyur buradan yani.. Bu yaş grubunun hatta 40 yaş grubununda  beklenti ve zevkleri doğrultusunda bir halı saha kiralamaya karar verdik. Ege bunun duyunca sevinçten çıldırdı çıldırdı çıldırmasınıda ya yağmur yağarsak ne yapacaktık. Her gün günde 3-4 defa hava durumunu kontrol ediyordum (sanki her baktıgımda değişecek) , neyse ki havanın güneşli olduğunu öğrendik ve hızlı bir program ile herkese ulaşabildik.  Bütün organizasyon artık tamam: pasta (sevgili Nilüfer yapacak), börek siparişi, dolma ve kurabiye işleri tamam, çocukların menüleride tamam geriye tek beklemek ve her şeyin güzel geçmesini çocukların mutlu ayrılması için dua etmek gerekiyor.

30 Eylül 2011 Cuma

Yaz Dilek yaz....

Uzun zaman oldu yazmayalı, insanın çevresinde iyi yazarlar olunca kendine güveni alt üst oluyor. Ama dedim hadi Dilek yaz artık hepimiz bir bakışız, hepimiz bir dokuyuz, sen yazar değilsin ki, sen arkadaşlarınla sohbet eder gibi yaz, sen yazmayı çok iyi beceremesende sen sohbet etmeyi iyi becerirsin...

17 Mayıs 2011 Salı

Sevgi Emek İster

Anneler günü denilince ilk hatırladığım hatıra, ben 6 ya da 7 yaşlarındayım ağabeyim benden 2 yaş büyük ( Ege'nin matematik soruları gibi oldu ağabeyim kaç yaşında?) uzun bir dönem harçlık biriktirip anneme tencere seti aldığımız ve çok heyecanlandığımız. Eskiden anneler ya da babalar gününde hediyeyi baba almaz sen para biriktirirsin baba üzerine ekleme yapardı. (20 TL lik şeye sen yine 2 TL katkı sunmak zorundaydı)
Bülent'le çok heyecanlı olduğumuzu ve anneme şiir yazdığımı hatırlıyorum. Anneler günü sabahı bütün çoşkumuzla erkenden kalkmış ve anneme şiirimizi okumuştuk. Annem çok duygulanmış ve sevinç gözyaşları dökmüştü. Bir daha hiç bir anneler günü o anneler günü kadar çoşkulu olmamıştı.
Anneler günü sabahında oğlum yanıma yatıp yaklaşık 1000 kere öptükten , anneler gününü kutladıktan sonra (kutlama ne demek bu arada? anneler günü kutlu olsun' eeeeeeee) bu eski hatıra kafamda canlandı. Neden? acaba o anneler gününü daha bir çoşkulu bulmuştum.Çünkü o tencereleri alabilmek  için Bülent ile yaklaşık 1 ay harçlık biriktirdik, bir hafta sonu babam ile saatlerce dolaşıp zor beğendik, kafamızdan şiir yazıp onu okuduk ciddi emek harcadık.Artık istediğim hediyeyi alabiliyorum, sevgi sözcüklerine boğabiliyorum ama hiç 7 yaşımdaki kadar emek harcamıyorum. İşte o anneler günü ondan çok özeldi. SEVGİ EMEK İSTER

28 Nisan 2011 Perşembe

Öpünce Geçer mi?

Geçtiğimiz günlerde iş dönüşü Ege top oynamak istiyordu  ama oturduğumuz binada arkadaşı yoktu. Çocuğum üzülmesin diyerek eşofmanları giydim ve elimde topla kendimi sokağa attım. Madem ki futbol oynamak üzere sokağa çıkmışım hakkını vermek lazımdı ve verdim.Top sürerken nasıl olduğunu anlamadan uçtuğumu ve bir süre dirseğim üzerinde sürtünerek durduğumu hatırlıyorum. Hemen yerden fırladım acaba gören varmıydı? Ege telaşlandı, benim yüzümden oldu diye ağlamaya başladı. Eve gidip yaralarımı temizledim ama sol elimde şiddetli bir ağrı ve his kaybı vardı. Ege'yide alıp acilin yolunu tuttuk. Yapılan muayene ve rontgenlerden sonra doku zedelenmesi olduğunu anlaşıldı. Sağlık siğortamda provizyon almak ve formları doldurmak üzere doktor, hemşire, memur herkese en az 5 defa nasıl düştüğümü anlattım. Nedense 40 yaşına yaklaşmış bir annenin oğlu ile sokakta futbol oynaması tuhaf bir şeymiş gibi.
Ertesi gün Pembe Mavi'ye sargı bezleri, bandajlarla gelince benim ufaklıklar soru yağmuruna tuttular,
-Ne oldu?
-Canın acıyor mu?
-Doktora gittin mi?
-Doktor iğne yaptı mı?
-Ağladın mı?
-Seni doktora kim götürdü?
-Öpünce geçermi?
Bilmiyorum sizce geçermi dedim. Minik canlarım yanıma gelip sargı bezinim üzerine öpücük kondurdular. Gözlerim doldu, gerçekten artık canımın acısı azalmıştı))))

1 Mart 2011 Salı

Bu ekmek benimle konuşuyor!!!

Boncuk gözlü yakışıklı Mavi(kod adı), öğlen yemeğinde bana eğilerek şöyle dedi:
-Biliyormusun ben bu ekmeği yemeğe korkuyorum!
-Neden Mavi?
-Çünkü, bu ekmek benimle konuşuyor (muzip bir gülümseme ile bana bakarak)
-Neler söylüyor?
-Beni yeme diyor.
Ben de ekmeği elime alıp, ekmekle konuşmaya başladım:
-Bana bak ekmek küçücük çocuğu korkutmaya utanmıyormusun? Bak böyle yapmaya devam edersen Mavi seni yiyecek. Bak hala devam ediyor.
Mavi'ye dönerek
-Ye ekmeğide gününü görsün
Mavi bir yandan gülümseyip bir yandanda ekmeği yemeğe başladı.Gelişmiş espiri anlayışları ve yaratıcılıklarına bir defa daha şapka çıkarttım.

27 Şubat 2011 Pazar

spor yapanla, yapmayan bir olur mu?(body worlds)

Bu gün soğuk bir İstanbul sabahına uyandık. Her sabah olduğu gibi Ege'nin ilk sorusu 'bugün nereye gidiyoruz anne?' diye başladı. Uzun bir süreden beri istediğimiz ama benim bir türlü çocuk için uygun mu? sorusuna cevap bulamadığım sergiye gitmeye karar  verdik. Güzel bir kahvaltıdan sonra kuzen organizasyonu yapılıp, kuzenler ve çocuklar sergi yoluna düştük. İnsan bedeninin deriden ayrıldıktan sonraki halini ve iç organlarımızın keşfine çıktık. Vücudumuzun kemik, kas, damar sistemlerini ve iç organlarımızı tüm çıplaklığı ile gördük. Bence  ilköğretim çocukları içinde öğretici bir sergi. Bitmeden gidilmesini tavsiye ederim.
Sergiden sonra kuzenler, çocuklarla beraber evde makarna partisi ve çayla pazar gününü sonlandırdık. 

24 Şubat 2011 Perşembe

Shrek Müzikali

Yeğenlerim Başak ve Sinan geçen yaz Shrek ve Aslan Kral'ın müzikal çalışmalarına katılmış ve yoğun provalar yapmışlardı. Babaları olan ağabeyim Bülent'i şaşkınlıkla izliyor ve koşturmacasına hayran oluyordum. Sabah çocuklar yüzmeye bırakılıyor, öğlen yüzmeden alınıyor müzikal çalışmalarına bırakılıyor, çalışmadan alınıp benim yanıma getiriliyor, akşam tekrar yanımdan alınıp eve dönülüyordu.
İçimden de hep umarım bu kadar emeğe değer bir şeyler çıkar diye de düşünüyordum.
Artık kış sezonu gelmiş ve müzikal oynanmaya başlanmıştı. Çocuklar ile ilgili yapılan işlerde genelde özensiz olan tiyatro toplulukları (çocukların boyları kısa olduğu için akıllarınında kısa olduğunu düşünen tiyatro toplulukları var onun için okuldaki çocukları tiyatroya götürürken genelde aynı grubun oyunlarını tercih  ediyoruz) kostüm, oyuncu kadrosu, konusu, ana fikri gibi önemli şeylere hafife alıyorlar.
Shrek ve Aslan Kral müzikali oynanmaya başlandığı zaman en az Başak ve Sinan kadar heyecanlıydım. Tabi ki Ege ve kuzen çocukları ile birlikte gösteriyi izlemeye gittik. Bence oyunda müzikler iyi, kostümler özenli, dekor dikkatli seçilmiş en önemlisi kalabalık çocuk oyuncu kadrosu ile çok keyifli bir müzikal izlettiler. Şiddetle tavsiye edilir.
Bu haftaki gösteri: 26.ŞUBAT.CUMARTESİ ENKA ARENA SAHNESİ





Tavşan olan Başak ve Kör farem Sinan sizi kocaman öperim.Tüm ekibin ellerine yüregine sağlık

21 Şubat 2011 Pazartesi

Çizgiyi gezmeye çıkardım

Geçen gün sınıfta 5 yaş dergi çalışması yapıyor. Güzel gözlü, kiraz gözlüklü Pembe (kod adı kullanılmıştır) dergideki yolu bulmak yerine karalıyor (ya da ben öyle zannediyorum)
Dilek: Pembe ne yapıyorsun?
Pembe: Hiç çizgiyi gezmeye çıkardım.
Bu cevap üzerine biraz sersemledim, şaşırdım, gülme ile ciddiyet arasında gidip geldim. Hayır güzel gözlüm bu çizgiyi yol bulmak için kullanacaksın diyemeden sınıftan kendimi dışarı atıp kahkalarla güldüm.

20 Şubat 2011 Pazar

gemiler giderken balıkları eziyor mu?

Güzel bir sonbahar günü Ege ile beraber İstinye'de herzaman gittiğimiz çay bahçesine gittik. Ben kahvemi yudumluyor Ege'de dondurmasını yerken denizi seyrediyor.(Ege deniz kenarında iken denizi uzun süre seyreder) (yıl 2006)
Ege:Anne bu gemiler giderken balıkları eziyor mu?
Anne: ıhhh sanmıyorum
Ege:kaçıyorlardır değil mi? biz yolda giderken insanlar önümüze çıkarsa ezilirler değil mi?
İstanbul noteri gibi sürekli onaylama durumunda olan anne: bu konuyu hiç düşünmemiştim istersen bu konu hakkında araştırma yapalım öyle konuşalım.

İlk konuşmaya başladığı anladan itibaren sormaya başladı ve hala sormaya devam ediyor. Zaman zaman yetişkinlerin yanlız kalınca sorularından ürktüğü oğlum senin sayende bende bunları düşünmeye başladım.

17 Şubat 2011 Perşembe

Annesi nerede?

Ege 3 yaşında iken doktor kontrolüne gittik ve randevu sıramızın gelmesini bekliyoruz. Her zaman ki gibi ben Cevat Kelle olarak yanımda tüm ekipmanlar( pastel boya, kuru boya, çıkartmalar, kitap, arabalar, uçaklar vb) ile hastanenin bekleme odasındayım. Ege'nin canı sıkılmaya başlamıştı bende çantamdan pastel boyalar ile bir boya defterini çıkardım. Oğlum yanımda boya yaparken bende zamanında okuyamadığım dergilere göz atıyordum.
Ege: Anne bu ne renk?
Dilek: (kafasını dergiden kaldırmaan gözlerinin ucuyla kaleme bakarak) Yavru ağzı .
Ege: (kalemlerin hepsini dışarı çıkararak ) Annesi nerede?

16 Şubat 2011 Çarşamba

çocuk gözüyle dünyaya bakmak

Hamileliğim ve doğumdan sonra geçen süreçte yaşadığımız olaylarla ilgili küçük notlar almaya başlamıştım. İlk agu, ilk diş, ilk adım, ilk tiyatro, ilk sinema vb. biraz daha büyüdüğü zamanlarda da yaşadıklarımızdan küçük  anektotlar şeklinde  notlar alıyordum. İşte bir blog oluşturma fikri buradan oluştu, Pembe Mavi'de çocuklarla yaşadığımız, oğlumla , yeğenlerimle yaşadıklarımı aktarmak. Çocuk gözüyle dünyaya bakmaya çalışmak.

15 Şubat 2011 Salı

Hamile kaldıktan  ve doğumdan sonra bebeğim ile ilgili küçük notlar alıyordum.İlk dişi, ilk adımı, ilk dr. muaynesi, ilk tiyatrosu, ilk sineması, ilk bayramı...
Hayatı keşfederken yaşadığımız minik anektotlar

25 Ocak 2011 Salı

Pembe Mavi'li olmak

Anne olmayı çok sevmiş ama yorgun düşmüştüm. Hayatımda çocuk bezi, çorbası, yoğurdu, diş ağrısı, ateşi, ilk adımı, bol fotograf çekimi dışında bir şey yoktu. Konuştuğum herkese çocuk muamelesi yapıp yetişkin olduğumu unutmuştum. Kabullenmem gereken şey bebeğimin büyüdüğü ve yaşıtlarına ihtiyaç duyduğu, benimde yaşıtlarımla beraber olmam gerektiğiydi.
Pembe Mavi'deki hayatımız böyle başlamıştı. Güneş ile beraber anaokulu araştırmaya ve turlamaya başladık. Biz butik, deneyimli bir kadronun olduğu, yaptığı işten emin bir yer arıyorduk. Bizim aradığımız özelliklerdeki yer Pembe Mavi Anaokulu idi. Benden hiç ayrılmayan (babası ile birlikte bakkala dahi gitmeyen) oğlum bu okula ilk günden itibaren çok alışmış ve sevmişti. Ben de özgürlüğümü ilan edip arkadaşlarımla buluşup kahve içerek (yanında çocuk olmadan sohbet etmek bir lüksmüş), kitap okuyarak, gazeteleri düzenli okuyarak (genelde biriktirip ilk fırsatta okurdum), alışverişe çıkarak bir yılımı geçirmiştim. Bir yılın sonunda Pembe Mavi'nin kurucusu olan Ferhan ortaklık teklif etmiş ve ben de hiç aklımda olmayan bir işin içine girmiştim.
Artık hem kendi doğurduğum bir çocuktan, hem de doğurmadığım ama çok sevdiğim çocuklarımdan sorumlu idim. Ben bu anaokulu işinide çok sevmiştim.